27 Mayıs 2012 Pazar

Meyhane Sohbetleri


Kendini hiç uçurumdan düşmüş gibi hissettin mi? Attan inip eşşeğe binmek gibi bir duygu belkide lunaparkta bindiğin gondol yaşatır bu hissi sana.
Bazen böyle ani boşluklar olur içimizde. İşte şimdi hissedebiliyorum içimdeki boşluğu. Hep kaçtığım gerçekler rüzgarla birlikte yüzüme vuruyor sanki...
Çok mu korkak davranıyorum bazen, evet malesef öyle...
Kaçıyorum senelerdir bir sebep aramak için. Yolun sonuna geldiğimi hissettiğim vakit anlıyorum ki herşey boşuna. Gereksiz yere korkuyorum, olmadık yere koşuyorum.
Kim farkında ki kaçtığımı?
Evet bugün çok enteresan bir gün. Yani şöyle.. Hani önceden en azından umudum vardı. Hayallerimle beraber oturuyordum masaya, umutlarım iki bira içip kalkıyordu masadan, sonra ben hayallerimde birlikte sabaha kadar oturup kendimi kandırıyordum.
Nasıl olduysa bugünlerde umutlarım hep bir mazeret uyduruyor, aslında ben kaçıyorum umutlarımdan. Yok olm ben bu akşam çıkmıyorum diyip arka kapıdan hayallerimle buluşmaya gidiyorum. Son zamanlarda gerçek diye bir arkadaş geldi saolsun lafını esirgemeyen bir arkadaş kendisi. Beni kendime getirdi hayallerime cesaret verdi. Neden olmasın gibisinden konuştuk...
Gecenin sonunda gerçekte ayrıldı ben yine hayal ile derin bir sohbet içerisine daldım. Acı bir soru sordu bana 'abi sabah kalkıncada aynı şeyi mi düşünüyor olacaksın' diye.
Cevap veremedim çünkü beni tanıyor artık hayallerim.
Ben son bir bira daha almaya giderken cesareti aradı,beni çağırıyor, abi gel çok önemli bir şey söyleyecek sana diye.
Aramda bozuk cesaretle, hep beni üzüntüyle tanıştırmış bir şahsiyet kendisi. Tabi mazi olduğu için kıramıyorum kendisini dinliyorum, evet abi anlat diye onaylıyorum ne söylüyorsa. Abi adam hep aynı, git konuş git konuş ne kaybedersinden başka bir şey bilmiyor.
Neyse bir şekilde telefonu kapattık bir şekilde ama ben pek tatmin olmadım.
Hayallerimde yorulduğunu söyleyip terk ettikten sonra barda tek başıma oturmaya başladım.
Barmen saolsun şirketten fıstık verdi, imdada yetişti hemen. Abi kulak misafiri oldum kusura bakma dedi, ama bu böyle gitmez dedi.
E amınakoyim ben sanki bilmiyorum...
Hesabı ödeyip çıktım işte..Ver bir kalem bardak daha yolluk olsun..
Haydi görüşürüz...

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Herkesin Bir Sırrı Var

Bembeyaz bir tavana bakıyordum, hemen çaprazımdanki lamba ara ara yanıp sönüyordu. Her an patlayacak bir havası vardı. Gördüğüm ilk manzara buydu ve bir gürültü oldu kapı açıldı, ben o sırada anlam veremiyordum olan bitene. Yanı başımda özenle hazırlanmış bir buket papatya duruyordu. Nereden gelmişti, kim tarafından toplanmıştı hiç bir bilgim yoktu. Etrafa fazla göz atmama gerek yoktu o iç gıcıklayan koku bana hastanede olduğumu bağırıyordu zaten. Yaklaşık olarak boyumdan on santimetre kadar uzun bir yatakta yatıyordum. Gözümü açmamı fırsat bilen iki kişiden biri dua okumaya başlarken daha genç olanı kapıyı açıp 'uyandı' diye seslendi boşluğa doğru...
Telefonun çaldığını duydum ama o sıcak yatağımdan doğrulupta kalkmak için biraz daha bekledim. Neyseki telefon sustu bir süreliğine ama yine o seçilmiş melodiyi çalmaya başladı. Kalkmalıydım çünkü vermiş olduğum bir söz vardı, yapılması gereken bir iş. Son hızla hazırlanıp evden çıkmak istiyordum. Epey para bayıldığım parfümümü sıktım ama sokağa çıkar çıkmaz kokusunu kaybedeceğini biliyordum. Oğlum sakız çiğnemek gibi duyular yorulduğundan dolayı hissedemiyorsun bilgisiyle birlikte kendimi teselli ederek evden çıktım. Aslına bakarsan sevgilim, dizlerimin bağı çözülecek gibiydi. İlk defa bir buluşmaya gidiyordum. Karşımdaki insan Türkleri kandırmak ve içten yıkmak için kullanılan Çin prensesi değil, yani devleti üzerina yapacak kadar güzel değil ama güzel kendimize göre sebepler işte. Alnımı siliyorum yol boyunca pislik şöfor cam açmadığı ve arabayı tıka basa doldurduğu için terliyorum. İstiyorum hiç zarar gelmesin bana tertemiz ineyim ve buluşayım sevdiceğimle...
Hemen kafamı çeviriyorum acaba kim uyandı diye çünkü tanımıyorum etrafımdakileri. Aslına bakarsanız beynimde halaylar çekiliyor gibi bir hal var. Oda saniyeler içerisinde insanlar tarafından doluyor ama ben farkında değilim benim için geldiklerini. Hepsinin gözü benim üzerimde ama pardon kimsiniz siz diyorum az biraz gücümle. Ciğerlerime yüklenmenin verdiği ağarlıkla karın bölgesinde bir sancı hissediyorum. Acının şiddetini söyleyemem çünkü bir kaç dakika yada saniye sonra tekrar gözlerimi açıyorum, bu sefer ağır bir kolonya kokusu var ve yanaklarım üşüyor. Heyecandan bayıldığımı düşünen bir kişi tarafından kolonya, öylesine ilk yardım aracı olarak kullanılmış işte. Kafamı kaldırıpta bakamıyorum bu acının sebebine bir türlü...
Havanın sıcaklığı hesap edemediğim için ve garantiye alma isteğimden dolayı yanımdaki hırkayı taşımak zorundayım. İstersen enayi de bana ama hava bir anda soğursa bana vay büyük adam veya ileri görüşlü diyeceksin bunuda unutma. Nereden baktığını söyle bana, sana arkadaşını söyleyeyim gibi birşey. Dik sayılabilecek bir yokuş çıkıyorum ki hiç sorma yoruldun mu diye çünkü yoruldum. Yolumu kesen dilencilere fazla yüz vermemem gerektiğini daha çocukluğumdan beri biliyorum. Hepsi eli ayağı tutan insanlar ama neden bu yolu seçtiler. Çoğunun beş katlı apartmanı varmış diyorlar ama kaynak sağlam değil. Yoksa ben bilirdim onlara yapacağımı. Bir süre daha yoluma devam ediyorum, buluşma yerinin biraz ıssız yada sakin diyelim biz ona, sayılabilecek bir yerde olduğu belli. Moda sahilinde bir nargile kafe de istersen sen buna veya amsterdamın bi mahallesi var sen bilmezsin, mesela orası gibi düşün. Öyle bir yerde yürüyorum işte. Sevdiceğim evden uzak bir yer seçti, niye bunu yaptı bilmiyorum halbuki biz aynı yerlerde oturuyoruz ve çok güzel yerlerde vardı. Gözükmek istememek böyle bir şey midir?
Aklıma bir şey gelmiyor bu kadar soru sorulurken sadece susadığımı söyleyebiliyorum. Bir anda hemşire içeriye girip insanları dışarı çıkarmaya başlıyor. Ama içeride tanıdğımı sandığım birisi var sanki. Gördüğüm son surat o olabilir mi çünkü hatırladığım tek insan o. Evet bu gülümsemeyi çok iyi hatırlıyorum. Eminim gözlerimin içinin güldüğünü görüyordur. En son odadan onun çıktığını görüyorum ama garip giden bir şeyler var çünkü benim tanıdığımı sandığım kişi diğer insanlarla pek samimi değil gibiydi. O on saniye içerisinde nasılda soğuk bir ortam oluşmuş olabilirki o insana yabancı gibi davranmış olabilirler. Hay Allahım aklım almıyor. Bir adım geride duran kişi sanki benim gölgem gibi takip etmiş kişi. Odada birsürü insan var ama bana birşeyler anlatmaya çalışan insanları nedense yakın göremiyorum, aslında onlar bana en yakın davranan insanlardı o anda. Anlayamadım ama bir sürü iltifat gibi şeyler söylediler.
Sevdiceğimin verdiği adrese doğru adım adım yaklaşıyorum epey heyecanlıyım. Tabiki bunu yaşayan bilir yaşın bir önemi yoktur bu gibi durumlarda, ateş basar tüm vücudun yanar delicesine. Hani o şarkılardaki gibi. Gözlerimin pek iyi gördüğü söylenemez ama sevdiceğimi daha yolun başından tanımıştım.
Saçları savruluyordu rüzgarda yada ben klip setindeydim o anda. Yaz günü ne rüzgarı Allah aşkına moda'da yada amsterdamın çok acaip yerinde. Belki amsterdamda rüzgar olur ama başka rüzgar, hani sen bilirsin ;) Neyse işte. Kızı hemen tanıdım ama işin garibi kız beni beklemekten çok başka bir yöne doğru bakıyordu.
Acı bir fren sesini duydum bir kişinin ayakları gökyüzüne baktı aynı saniye içerisinde. Sevdiceğimin çığlığını duymamla birlikte koşmaya başladım. Kim olduğunu bilmediğim bir kişi caddenin ortasında yatıyordu, çarpan arabanın şöforu aracından inip ağzı açık bir şekilde manzarayı izliyordu. Ortalık epey kalabalıklaştı aynı dakika içerisinde, telefonuna sarılıp ambulans arayan soğuk kanlı insanlar vardı ne güzel ki. Ama benim unutamayacağım bir manzara vardı o anda, sevdiceğim korku veya acımadan başka bir gözle bakıyordu yerde yatan insana.. Ne olduğunu hiç bir zaman bilemedim.
Peki şimdi ne oldu diye sorarsan; her yılın aynı sıcaklarında bir güzel bukle hazırlatıp gönderdiğini öğrendim karımın. Elinde bastonuyla yürüyen o adam açtı kapıyı ve aldı papatyaları. Ne oldu hiç bir zaman anlatmadı ve ben de hiç bir zaman sormadım. Ama bu merakımın önüne geçipte karımı takip etmemi engelleyemedi...

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Maksat Yazdım Desin-Oyun




Selamlar olsun
Klavyemle küçük bir problem yaşadığımı belirtmek isterim. Kalemimle kavgalıyım gibi birşey değil resmen istemediğim harfler baSıyOr bazı bazı büyüklü küçüklü yazıyor. Nedenini bilmiyorum ama gözümden kaçan bazı hatalar olursa haberiniz olsun istedim. Zaten bU bilgisayar kOnusUnda şöyle bir gönül rahatlığıyla oyun oynayamadım yada hep tam olarak istedikleRimi yapamadım. Hep  bir problem çıkaRdı namuzsuzlar. Şimdiye kadar yüzlerce oyun yükleme girişiminde bulunduğumu varsayarsak sorunsuz bir yükleme sayısı bir elin parmaklarını geçmez heralde. Veya internet bir noktada yavaşlar, kesilir veya bu şekilde klavye problemi yaşarım. Gerçi bu bilgisayarım iki senedir ilk defa problem çıkarıyor. Bende abartıyorum canım.
Sene hızlı ve öfkeli filminin çıktığı sene. Yazıyı yazdığım sırada internetim olmadığı için bakamıyorum ama 2003-2004(diye sallıyorum) gazetede görmüştüm reklamını, işte acaip bir araba yarışı geliyor Need for Speed Underground adıyla, piyasayı salladı falan. Zaten filmden etkilendiğimiz ve dergilerde okuyup takip ettiğimiz 'Modifiye Dünyası'nın oyunu yapılmış. Hemen aradım buldum, aldım geldim, çıktığı gibi. Tabi oyun orjinal olmadığı için aksaklıklar yaşanıyor çünkü bir oyuna yüz lira verecek kadar zengin değilim, ben istemezmiydim oyunlar orjinal olsun mahalle bakkalından 5 kat top alır gibi oyun alalım. O değilde orjinal 5 kat toplar vardı onlar gerçekten kaliteydi sertti ama sonra her topun üstüne 5 kat yazmaya başladılar.. Sahtecilik bizde başlamış olabilir..Neyse işte,
Ben bu oyunu daha iyi oynamak için 128mb ekran kartı satın almıştım o seneler iyi sayılabilecek bir karttı ve tam 115 lira para saymıştım iyi hatırlarım. Peki o kart bana ne kattı biliyormusunuz? Nos'layınca ekran kayıyor+egsozdan ateş çıkıyor+yarışı kızlar başlatıyor. Evet paranın karşılığı bu olsa gerek. Ama ben yinede memnundum abi yine getirseler yine oynarım. Hatta amcamınoğlu oynuyordu geçen sene, bir bölümü geçememişti, geçebilir misin diye sordu 2. deneyişimde geçmiştim. O kadar seneden sonra formumdan hiç bir şey kaybetmemiştim ama hiç unutmadığım diğer bir yanım ilk yarışın son turunda karşıdan gelen beyaz minibüsten hiç kaçmayıp 'bodoslama' dalmıştım. Bazen doğrudan arabalara çarpıyorum, nedenini bende bilmiyorum ama bazen donup kalıyorum.
Herşey çok güzel giderken donup kalabilir ve ben niye bu oyunu oynuyorum diye sorabilirsiniz. Madem hayat için hem bir oyun hemde bir yarış diyorlar al sana yarışlı oyunlu örnek. Zaten bisiklete binmek gibiymiş bu tarz oyunlar asla unutmazmışsın. Tabiki öyle değil en son underground oynamış bir insan shift2 oynasın bakalım.
Neredeyse bir haftadır aylak aylak dolaşıyorum bir yazı yazamadım diye kendime kızdım yazı yazmak istedim dün. Aklıma bir harf bile gelmedi mal gibi boşluğa baktım. Bugünde dayanamadım salonda duran bilgisayarı odama taşıdım. Otopark manzaralı odamdan ancak böyle bir yazı çıktı kusura bakmayınız. Şimdi bilgisayarımı masası ile birlikte eski yerine taşıma zamanı.
Yazımızın altındaki parçayı daha öncede dinliyordum ama son istanbul yolculuğumdan önce mp3'üme atıp yolda defalarca dinlemiştim. Geçtiğimiz günlerde gittiğim bir mekanda bu şarkıyı söyleyince bende üstüne birazcık anlam yükledim. Dolayısıyla yazı şarkımız bu oldu.. Yukarıdaki parçayıda öylesine koyuyorum bilirsiniz Fransızca rap severim..
En son güneşin tadını çıkarmanız dileklerimi sunduğumdan beri havalar kapalı.. Daha fazla bir şey demiyorum yani moruk hele ki kendine iyi bak hiç demiyorum..

10 Mayıs 2012 Perşembe

Bir Dilenci Şiiri

Bir adam düşün öylesine yaşıyor
İşine geldiği zaman selam verip mutlu olduğu vakit 'Nerede dünya?'
Kendisine duygusal diyor ama yanından bile geçmiyor
Biraz içerse güzel adam oluyor hemen iyi adam oluyor
İltifatı bayram çokoladı gibi dağıtıyor
İşeyaramazın teki kendini dövüyor her gece
Kafasını yastığa koyduğu vakit düşünüyor ne yaptım
Hatalarını kantara veriyor
Sorularını taşımaktan belli, kamburu çıkmış garibimin
Her sabah erkenden kaçıyor kalabalıklardan
Çoğu zaman uyumuyor adeta komada
Davul zurna ile kalkar belki neler görüyor uykusunda
Ne görecek işte dünya hayatı rüya zati
Bir yalana inanarak ağladığı geceleri
Belki olur diye oynadığı kuponları
Bir bavula koyup denize atmak istedi klipteki gibi

Neyse işte moruk..
Sen öyle birisi düşün ki
Kendisine saygısı azalan
Mutluluğu aramayı bırakmış zavallının teki
Haksızlık ediyor kendisine belki
Gerçekler önünde sayfalarca yatarken
Onun gözleri dalgındı uzaklara bakarken

Belki ile yaşıyor her fani gibi..
Belki biri tamamlar bir gün şiirini
.
.
.

8 Mayıs 2012 Salı

İyi Düşün-İyi Laf At


Herkeşe merhaba
Bugün için iki başlık seçtim, daha doğrusu kafama takılan bu iki konuyu sizlerle paylaşmak istedim. İlk olarak git gide huysuz bir insan mı oluyorum acaba diye sorgulamaya başladım. Verileri incelediğimiz vakit bu sonuca varmamak için hiç bir sebep yok. Sokağa adım atar atmaz bir mutsuzluk bir huysuzluk yok, ama yürüdükçe sinirleniyorum çoğu zaman. Omuz atan mı dersin son hızla sıyıran arabalar mı dersin toplu taşımada tartışma yaratan insanlar mı dersin. Kötü düşündüğün için bütün sıkıntıları topladığın fikri iyice aklıma yatmaya başladı fakat 'güleç' bir şekilde başlayan bir gün bile sinir küpü halde sonlanabiliyor. İnsanların bana bir oyun oynuyor olabileceğini söylemiştim önceden paranoyağım abi ne yapalım. Sonra düşünme yöntemimi değiştireyim dedim kabahati kendimde arayayım dedim bulduğum sonuç; var bende bir cenabetlik, oldu.
Kahvaltı etmeden evden çıkıyorum işlem basit, bankamatikten para çek, simit ye, yarımdaki tramvaya bin. Para çektiğim banka garanti gibi ziraat gibi jüpiter şubesinde bile deliler gibi sıra olan bir banka değil. Ama benim acelem olduğu için sabahın sekizinde deliler gibi kuyruk oluşmuş, sebebi emekli maaşı. Neyse onlarda benim gibi ihtiyar benim gibi emeklilerini alıyorlar diyip geçiştirelim.
Her seferinde farklı bir heyecan yaşarım bankamatiklerde, yine sıradan bir gece ıssız sokaklarda üşenerek ve üşüyerek para çekmeye gittiğimde ne göreyim. İki adet gerizekalı gecenin köründe fatura ödemeye çalışıyorlar. Benim bankamatiğimi bulmuşlar. Kronometre tuttum 9 dakika geçti ve faturayı ödeyemediler utanıp kenara çekildiler ben paramı çektikten sonra tekrar denemeye koyuldular. Böyle insanlar böyle people canım.
Dün yaşadığım bir gariplik aynen şu şekilde cereyan etti; tam dört senedir kullandığım bisiklet yolunda neden bisiklet sürüyor muşum diye laf atıldı.
Burası bisiklet yolu değil miş burada ne işimiz var mış. Asıl anlatmak istediğim o kızın bu lafı söylerken dayandığı cesaret. Arkasından laf sokma durumu yani. Nasılsa durmaz diye atılmış bir laf, doğru ne cevap vereyim ki? Yapmam gereken hareket 'herkes aptal bi sen biliyorsun mınakki' diyerek kalbine uçan tekme atmaktır.
Yaş küçüldükçe bu 'şanlı hak arama ve laf sokma sanatı'nı yapanların sayısı artıyor. Sebebi şımarıklık ile özgüvenin birbiri içine geçmiş olması diye düşünüyorum. Artık insanlar ikisini ayırmakta zorlanıyor ve çocuklarını bu şekilde yetiştiriyorlar. Gerçi böyle insanlar her yaşta var ama gençlerde bu oran çok daha yüksek. İnanmıyorsanız girip twitter'da bir tur atın, facebook'ta sayfayı yenileyin. O kendini biliyor diye yazılan notlar, anonime yazılan gazeller ve nicesi. Bana göre durum vahim çünkü her gelen nesil daha şımarık ve daha fazla bencillikle beslenecek.. Çünkü her geçen gün çocuklara verilen değer artıyor, kıyaslamak için kendi çocukluğunu hatırlaman yeterlidir. Aman düşmesin, aman ağlamasın aman şöyle, bırak çocukluğunu yaşasın. Bırak sokakta toz yutsun, kavga da etsin öyle herkese dil uzatmamak gerektiğini anlasın, yere de düşsün nerede koşması gerektiğini bilsin. Bir musibet bin nasihatten iyidir denir bu gibi durumlara.
Neyse ne işte son sözler olarak; etrafa pozitif elektrik yaymaya çalışmak gerekli, yılmadan, sıkılmadan, usanmadan bu yolda gitmeliyiz. Bazı insanların dilinin kemiği yoktur bunu bir kenarda tutup, önce söze bakmalı söz mü diye sonra söyleyene bakmalııııııııııı... haha uyuz olurum o lafa az kalsın çarpılıyordum.. Banane lan benim çocuğum yok ben mi düşünücem elalemin çocuğunu. Laf atma, giydirme sanatıyla ilgilenen arkadaşlarada biraz efendi olmalarını kaşarlık yapmamalarını tavsiye ediyor ve isim vermeden kimseye giydirmeden bu yazıyı sonlandırıyorum.
Güneşin tadını çıkarmanız dileğiyle...


Biz böyle görmedik azizim, şarkı da şarkıymış ha..

1 Mayıs 2012 Salı

SüperHerif- Ejderha Desen Şort Giyen Adam


Sabahların ilginç bir yanıda soğuk olması. Bunun için hava durumuna gerek yok. SüperHerifte olsan sabahları üşüyorsun işte yapacak birşey yok. Uykusuz kalmanın bir eseri dedi doktor, ayrıca akşam 11le sabah 5 arasında uyuyup en güzel uykuyu almalısın da dedi. Saolsun doktorum beni düşünüyor hatta daha hatırlayamayacağım pek çok şeyde söyledi. O kadar para veriyorum düşünecek tabi. Ama para herşeyi çözmediği gibi uykusuzluk sorunumu giderek arttırmaya devam ediyor. Teknoloji sayesinde uyumamak için daha fazla bahane ve 'kilo kafein' yeterli olmuştu. Bütün bunlar anlık parlamalar gibi geldi gitti zihninde ve yataktan kalkmadan önce bir süre perdeyi açıp oturdu. Yine titriyordu ve her sabah söylediği cümleyi tekrarladı. 'Bu güneşin derdi ne böyle?' Titrediği için böyle böyle bir cümle kuruyordu tabiki. Sonra kendisine bir kahve koyup televizyonun karşısında ajansı izlemeye koyuldu.

'Dünyanın derdi ne böyle?' dedi ayakkabılarını bağlarken ve okuluna doğru yola koyuldu. Sabah sessizliğinin güzelliği belkide uyukluyor olmak diye aklında geçirdi. Tam bir gece insanıydı ve öğlenden önce pek konuştuğu görülmezdi. Her zamanki sıkıcı dersteyken öyle bir esnediki herkes istemeden gülmeye başlamıştı. Aslına bakarsanız bu onun problemi değildi, sadece sınıf o anda haddinden fazla sessizdi. Öğlene doğru dersinden çıkıp kahvaltı etmeye doğru işlek caddede bulunan bir kafede soluğu aldı. Siparişlerini beklerken arkadaşlarıyla konuştu. Yani o sıradan biriydi ama diğer bir yandan SüperHerifti.
Kimse ondan yardım istemiyordu henüz, dükkanı yeni açmış, siftah yapmamış bir süper kahramandı. Adını bilmiyorlardı büyük ihtimalle ama 'Görsem kesin tanırım' diyorlardı onun için.
Bir ara tamamı zayıf gençlerden oluşan grubun yardıma ihtiyacı olduğunu farketti. Fakat onların umutsuz vaka olduğunu saçlarının aslan yelesi gibi olduğunu görünce fark etti. Yolda şarkı söylüyorlardı. Muhtemelen 'konser telefonları'nın şarjı bitmişti. Amaçları karşı cinsin ilgisini çekmek olan olan bu insanlara yardım edilemezdi olsa olsa kavga edilirdi. SüperHerif şiddete karşıydı. O yüzden kahvaltısını yapmaya koyuldu.
'Özgüveni tavan yapmış, zor beğenen ve aslında balık etli olup tayt giyen kız' ın dediklerine es-kaza kulak misafiri oluncaya kadar herşey normaldi. 'Ya İstanbul'dan sonra burası çok saçma geldi'
SüperHerif hiç konuşmadı ve bir güzel karnını doyurdu. Latince birşeyler söyleyip hesabı bir çay eksik ödemenin mutluluğunu dile getirdi. Tam o sırada buz kesmişti. Korkunç gerçeği o an fark etti. Eskişehir'de yardım edecek kimse yoktu o an fakat İstanbul istila altında olabilirdi. SüperHerif uçamıyor fakat otobüs bileti alırken sıkı pazarlık yapıyor. Dedimya o sıradan birisi, belki biraz fazla hayalperest olabilir. Ama İstanbul'a dönmek için bir sebep çıkartabildi sonunda kendisine...
Yola çıkacak nedeni olmayan bir adam olabilir, fakat herkesten önce bavulunu toplayan birisi o..



Not: Şarkıları yazıya koli bandıyla yapıştırdım güle güle dinleyin.. Biri okurken, biri düşünürken..
Bir SüperHerif 3'lemesi planladığım için böyle bir başlık seçtim tabiki, altı üstü bir yazı için dövme yaptıracak değilim heralde.Hani 3'leme yazmadı demesinler sonra.Peh..