29 Haziran 2012 Cuma

Hayallerimiz Dans Ediyor Bizden Habersiz


Sevgili günlük
Karanlık yollarda direksiyon sallamak nasıldır bilir misin? Öyle gündüz gittiğin gibi hızlı ve kıvrak davranamazsın. Vites düşürmek zorunda kalırsın önüne ne çıkacağını bilemezsin.Ama bundan büyük keyif alırsın, hiç bilmediğin hiç gitmediğin yolların ayrı bir havası vardır. Sırf bu yüzden kamyoncu olabilirim. İşin asıl güzel tarafı özgür olduğunu hissetmek oluyor yollarda. Haydi buraya uğrayalım ve hoşumuza giden bir pansiyonda konaklayalım. Yer bulamazsak sorun değil başka bir yere doğru yol alırız, bir yer bulana kadar devam ederiz.
Haydi çıkalım ve bir kaç saate işlerimizi halledip yola koyuluyoruz. Saatin bir önemi yok nasılsa tatildeyiz. İşte ileride okuyup 'keşke şimdide böyle bol vaktim olsa' diye düşüneceğimi bildiğim için yazıyorum bu satırları. Zamanın kıymetini bilmekle kalmayıp ileriye güzel anılarımı canlı tutmak ve hatırlamak için yazıyorum bu satırları. Son yıllarda biraz gezip tozma fırsatım oldu günlük.
Araba sürmeyi o kadar seviyorum ki anlatamam. Ama bu sevgi şehir trafiğinde takılı kalmak tarzı değil, daha çok uzun yol sevgisi. Zor bekliyorum yaz gelsinde şöyle uzun yol yapalım diye. O bilinmezlik yokmu, o sürprizlerle dolu yol yokmu, ah beni benden alıyor. Bütün dertlerimi unutuyorum. Tek derdim yolda saldırgan bir şekilde yol isteyen veya taciz eden ahmaklar oluyor. Onlarla uğraşmayı bir görev biliyorum adeta kendime. O noktada ben sadece otoban kralı oluyorum. Ta ki babam 'yavaş' diyinceye kadar. Kontrol onda, yavaş derse yavaş, dur derse duracaksın. Böyle bir düzen bizimkisi.
Varış noktamızı hiç bir zaman belirlemedik, tek hazırlığımız bavullarımızdı. Hepsinde güzel anılarımız güzel fotograflarımız oldu. Hepsinde bir roman yazacak ilhamı yakaladım diyebilirim.
Sabah kalkıyorum ve durduk yere yola koyuluyorum. Gece çok başka bir tavana bakarken kendini öyle farklı yerlerde buluyorsunki. O amaca ulaşmanın verdiği tatlı yorgunluk insana neler düşündürüyor. Kimleri aklına getiriyor, kimleri rüyanda oynatıyor bilemiyorsun. 'neredeyim ben?' diyorum sadece. Saçma bir tebessümle uykuya dalıyorsun sadece. Gezdiğim gördüğüm, yediğim içtiğim o kadarda önemli değil. Asıl önemli olan bana neler hissettirdiği. Ne internet saçmalığı, ne okul, ne de kafana taktığın problemler oluyor o pansiyonda. Sadece hayallerini götürüyorsun oraya.
***
Seni ilk gördüğüm zamanı hatırlıyorum. Aslında o kadar net değil ama taktığın toka hatırımda kalmış sadece. Düşüncelerimin hiç bir zaman değişmediği belkide tek insansın. Biraz abarttım ama en azından senin için hiç bir zaman kötü düşünmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim.
Bana hiç değişmedin gibi geldi her zaman, belki bu seni sandığımdan daha az tanıdığım içindir. Hep farklı bir köşede oldun benim için. Nedense hayallerimizin birleştiğini düşündüm hep. Bir insanla aynı hayali paylaşmaktan daha güzel ne olabilir ki?
Bir yelkenliyle ege koylarını gezmekten daha güzeli, italyanın incisi napoli'de pizza yemek olabilir. Cunda'da kalamar söylemek ne güzel olurdu masaya, mostar köprüsüne karşı keyifli bir akşam yemeği belki daha keyifli olurdu. Kıbrıs'ta kumar masasında para keybetmek bile güzel gelebilirdi, Las vegas'ta tomarla para kazanmaktan. Belki phuket'te denize girmek, ölüdeniz'de güneşlenmekten kötüdür. Kim bilebilir ki?
Aynı hayali paylaştığın insanla bunu başarmak belirler bunu. Anlıyor musun?
O kadar planladığım konuşmayı burada bile tamamlayamıyorum. Böyle bir masada oturmuş kendi kendime konuşuyorum işte. Ben sadece hayallerimi yaşamayı istiyorum. Ama bir saattir hesabı istiyorum onu bile getirmiyor ibneler, kaldıki hayali kahraman gelecek.
***
Bütün gün çalışmanın verdiği yorgunlukla evdeyim. Yıllar önce kurduğum hayallerden çok uzaklarda bebek bokuna batmış haldeyim. Büyük veledin okul masrafları, arabanın taksidi, evin kirası, doğalgaz faturası ile boğuştuğum yetmiyor. Evde ayrı bir çığlık yükseliyor. Bütün gücümle aileyi korumak ve daha iyi hale getirmek için patronumdan -o aptal adamdan- laf yiyorum. Yetmiyor, zamanında hayaller kurarak, nargile kafelerde tatil planı yaptığım sevgilimden eser yok şimdi. O da şikayetçi bende çok değiştim diye, ama bütün gün evde oturupta bana karşı 'nasıl laf sokarım' planları yapan hain kostok aslında o.
Ne hayaller kurarak işe başlamıştım halbuse. Hayat insanı ne hale getiriyor. Şimdiden yazayım ama üç aşşağı beş yukarı buna benzer bir şekilde olacak.
***
Sonuç: Evlenme kendin gez kendin ye. Oh be valla rahatladım şimdi. Bunca saçmalık bunun için miydi?
Kendime not: Ancak kendini kandırırsın.
Okura ana mesaj: I have a dream.
Geleceğe mesaj: Sen bu hallere düşecek adam mıydın?
Hayali kahramana mesaj: İstersen napoli olmasın orada çok hırsızlık oluyormuş.
Hayali kahramana mesaj2: Mavi sana çok yakışıyor.
Şarkımız çoktan belli dostlar.
Görüşmek üzere.

25 Haziran 2012 Pazartesi

İnternet Enayiliği


Son iki gündür yalnızlığın verdiği güçle uzun zamandır uğramadığım bir yerde takılmak zorunda kaldım..Enteresan bir ortam olan facebok okeyine düştüm. Tabi arada kalan zamanlarda çeşitli chat sitelerinde gezinip sohbet etme fırsatı yakaladım. Değişik sonuçlar elde ettim demek istemiyorum çünkü herşey bildiğiniz gibi. İnsanlar aç. Cinselliğe aç, kavga etmeye aç, sohbet etmeye aç veya her hangi bir şeye açlar malesef. Ve bu açlık inanılmaz derecede büyük diye düşünüyorum.
Ne yazık ki internet sahtekarlık için müthiş bir alan ve insanlar bunu kullanmakta geri kalmıyor. Çevremizde gördüğümüz o insanların bir çoğu internet üzerinde bambaşka kimliklere bürünüp karşımıza çıkıyorlar. Çünkü ben sokağa çıktığımda çükünü açıp gezen veya etrafa küfür edip delikanlılık yapan insanları pek göremiyorum. Nerede sahiden bu insanlar? Malesefki internetin vermiş olduğu güvenle gerçek kimliklerini sergiliyorlar. Durum oldukça vahim bana göre. Sadece twittera bakarsanız bile bunu görebilirsiniz zaten. Ve ben bu durumu anlamıyorum. Yani aklım almıyor.
Hiç tanımadığın birine küfür etmek insana ne katıyor. Büyük adam, laf sokan delikanlı, ezmeye çalışan genç kız mı oldun şimdi. Neden karşımdaki insanı ciddiye alayım ki internette. Sohbet odasına dalar dalmaz 'yürrü lan' lafı gördüğün en nazik karşılama oluyor. Benim merak ettiğim bu insanların neler yaptıkları, sokakta vea okulda, işte. Yabancısıda aynı konumda gibi ama vatandaşlarımızda acaip bir eziklik var heralde. Çünkü bunun başka bir açıklaması olamaz.
Durduk yere küfür etmeye başlayan genç 'ne oldu lan korktun mu' gibi sataşmaya devam ediyor. Hadi diyelim ciddiye aldım buldum adresini. Diyelim karşı karşıya geldik kavga ettik. Diyelim ve ne oldu sonucunda. Ne oldu lan ne oldu birisi lütfen açıklasın. Aklım almıyor bu internet enayilerini. Daha çok bunu yapanlar 17-18 yaşındaki yetmeler tabiki. Ki aynı tipler 'abi' çekende tipler sokakta, nedense göremiyorum onları. Bu internet delikanlılığı değil tamamiyle internet enayiliğidir. Ancak kendini tatmin edersin. İstersen soyun kamera karşısında çükünü göster amcalara istersen aklın vardığı kadar küfür et.
İnsanlar ezikliklerini atabilmek için bu yollara başvuruyor artık. Kimse kendini geliştirme derdinde değil. Çünkü bir internet onlara güzel bir maske takıp yollarına bakmalarını söylüyor. Aynı tavrı yüzyüze gösterebilecek kimseyi göremiyorum.
Hiç arkadaşlarınıza söylendiğiniz olmadımı internette çok farklısın diye. Dikkatinizi çekmedi mi bu konu. Belki kendimizde bir farklı oluyoruzdur, olabilir ama bunun farkına varabilmemiz gerekmezmi.
Sözün özü bu internet olayı insanları yalnızlaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda kişiliğimize zarar veriyor diye düşünüyorum. Önyargılar çin seddi gibi devam ediyor her geçen gün. Ve her geçen gün insanları ciddiye almak için daha fazla çaba sarfetmem gerekiyor.
Aynı şey 'mesajlaşma' içinde geçerli. Çiftler için büyük sorun olabiliyor. Yazıları unutun sese kulak verin en iyisi...
Durum budur. Selamlar olsun

22 Haziran 2012 Cuma

Lisenin Devamı Ancak Lise+


Merhabalar
Uzun zamandır işlerin pek yolunda gitmemesi sebebiyle istediğim gibi yazılar yazamıyordum. Tabi bunun en büyük sebeplerinden birisi okuldu, aynı zamanda havaların ısınmasıyla birlikte kendimi yollara atmıştım. Tam bir ay boyunca sıkı bir antrenman programı hazırlamış gibi her gün yaklaşık 35-40 kilometre pedal çeviriyordum. Bazen arkadaşlarım eşlik ediyordu bazen ise kendim düşüyordum yollara. Dünya dönerken hareket halinde olmak zamanı durduruyor adeta. Hani durdurmuyorsa bile en azından beynimi yormuyor. Sürekli düşünüp içimi kemirmeme engel oluyor ve beynimde çürümüyordu. Haliyle fazla yazı yazamadım. Aslında yazdıklarımı beğenmedim desek daha doğru olur. Ama eski havamı yakaladığımı söylemeliyim. Çünkü öyle sakin öyle güzel bir tatil yaptım ki hem fiziki hemde manevi anlamda kötülükten arındım adeta detox oldu benim için. Son zamanlarda arkadaşlarla geçen ve artık monotonlaşan tatilin dışında emekli hayatı yaşadım karaciğerime iyi baktım. Enginar iyi geliyormuş yedim, koyun yoğurdu harika oluyormuş, köy domatesi ise müthiş zaten. Budist rahipler gibi kokuyor bence hristiyan değil. Neyse. Keçi sütü diye bir şey var arkadaşlar, içtikten sonra keçi ile öpüşmüş gibi hissettirdi bana. Tabi annemde çok güldü bu tarife, bir yandan da kızdı haliyle. Tatil detaylarını inşallah daha sonraya saklıyorum asıl konuya geçeyim.
Efendim biliyorsunuz ben Eskişehir'de öğrencilik yapıyorum. Ve gün geçmiyor ki bir tuhaflık daha görmeyeyim yaşamayayım. Zaten okulumuz bu konuda elinden gelen çabayı gösteriyor bana kalırsa. Tesadüflere inanmıyorum desem çok mu polat alemdarvari bir laf olur bilemem. Keşke onlara red edemeyeceği bir teklif sunabilsem. Ama yapamıyorum çünkü onlar çekip alıyorlar zaten istediklerini. Yaz okulu denilen şeyi yanılmıyorsam napolyon icadı, gavur icadı. Gidiyorsunuz efendi gibi dersten kalıyorsunuz sonra yazın 2 ay daha Eskişehir ekonomisini canlı tutuyorsunuz. Şeytanın avukatı değil canım herkes söylüyor bunu. Hazırlık eğitimleri desen daha beter. Şu anda hazırlık öğrencileri isyanda, onlar içinde yaz okulu mevcut ve ben tatilimi yapıp gelmeme rağmen onlar 'enayi' gibi bu sıcakta derslerle boğuşuyorlar.
Hayatı boyunca spor yapmamış bir adamı bir senede olimpiyatlara hazırlayamayacağınız gibi yabancı dilde öğretemezsiniz. Zaten 'biz süper öğretiriz' deselerde bu eğitim chat sitesinde yabancı kızlarla 'napan, ne eden' den öteye gidemiyor. Telafuz konusunda ise gidin ülkenin en yüksek mevkilerinde bulunan insanlara bakmanız yeterli olacaktır. Ezberci eğitimin uşaklığını yapmak yetmiyor her sene sınav sistemi değiştirilip çocuklarla oyuncak gibi oynanıyor. Yetmiyor binlerce üniversite öğrencisi işsiz dolaşıyor. Suçu doğal olarak öğrencilere atıyorlar, 'kendilerini geliştirmiyor bunlar' 'işleri güçleri eğlence, karı kız' gibi şeyler söylenmek isteniyor. 'Siz lise talebesisiniz' diye telafuz ediyor daha bugün bir yardımcı doçent hocamız. Ben ve arkadaşıma söylüyor bu sözleri.
Olay şöyle, arkadaşım yaz okulunda dersleri çakıştığı için almak istediği bir dersi alamıyor. Danışman hocasına 'başka bölümden alayım bu dersi' diye karar kılınıyor. Fakat önceden yatırılan harçlar her fakülte için ayrı ayrı hesaplarda toplanıyor. Yani diğer bölümden o dersi alabilmesi için bankaya gidip para yatırması gerekli olabilir. İşte bu noktada arkadaşım ne yapması gerektiğini sorması için 'o bölümden bulduğu ilk yetkiliyle konuşmak üzere kapıyı çalıyor.'
Gerektiği gibi 'hocam şöyle bir sıkıntı vardı falan...' diye anlatmaya başlıyor fakat karşısındaki kişi 'sen beni tanıyor musun?' tarzında çıkışıyor. Bana böyle şeyler için gelme git öğretim görevlisiyle konuş' bunu demek istiyor fakat kullandığı dil 'ekstra' yanlış. Arkadaşım eyvallah diyip kapıdan çıkarken söylenmeye devam ediyor 'nelerle uğraşıyoruz' gibi sözlerle devam ediyor şovuna.
Arkadaşım bir kaç oda gezdikten sonra sonuç alamayacağını anlayıp dersi almaktan vazgeçiyor, çünkü ortada net bir bilgi yok ve danışman hocasına gidip kaydını tamamlıyor. Beraber koridorda giderken ne olduğunu soruyorum, anlatıyor; terslediler falan. 'Yardımcı doçentmiş ona soramazmışız' bu küçük işlere o bakmazmış gibisinden söyleniyoruz. İsterse ordinaryüs olsun böyle bir şey yapamaz diyorum falan filan derken söylediklerimizi duyuyor pek yardımcı doçentimiz. Sen gel buraya diyip odaya çekiyor arkadaşımı, ben dışardan duyuyorum, bas bas bağırıyor. Nedense dokunmuş konuştuklarımız. Arkadaşımın elinden kayıt kağıdını alıyor 'yakarım seni' diye tehdit etmeside cabası. Tabi aldığı kağıt başkasının kağıdı olduğunu bilmiyor. Arkadaşım oldukça sakin bir şekilde açıklamaya çalışıyor durumu fakat sinirleri zıpladığı için gözü görmüyor. 'hocam benim zaten okulum uzadı uzaklaştırma alsam ne olacak' diye bir tepkiden sonra ne yapacağını şaşırıyor. İyice battığının farkında olup, 'utanmıyormusunuz kapımın önünden geçerken böyle konuşmaya' gibi serzenişte bulunmaya devam ediyor. Arkadaşım sakin sakin açıklıyor, terslediniz beni, sonra aklı başına geliyor ders kayıtlarını inceleyip 'sıçmışsın derslere zaten ne biçim öğrencisiniz' kanalından gidiyor, oradanda yemedi. Sonra son güne bırakılır mı diye üstüne gelmeye çalışıyor. 'Şimdimi aklınıza geldi?' ilgilenmek cevabı yine beklemediği bir şey. Son olarak söylenmeye devam ediyor ve 'oğlum bilmiyormusun köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyeceksin' diyip tablosuna imzasını atıyor.
Normalde herkese saygılı ve seviyeli davranırım kimseye, terbiyesizlik yapmamaya özen gösteririm. Hele ki karşımdaki bir eğitim neferiyse daha bir incelirim, daha bir tane tane konuşmaya özen gösteririm. Ama karşı taraftan saygısızca veya çocukça bir hareket geldiğinde bende ona göre davranırım. Tartışma bitipte koridorda bizi izlerken koridor boyunca sürekli 'pişmiş kelle gibi sırıttım' ki kendisi bir öğretmen tabiridir.Gözlerindeki nefreti görüyordum ama gerçekten canı yanmıştı çünkü. Ben burada isimde verirdim yerde söylerdim aslına bakarsanız yapmam gereken şey de bu, çünkü böyle durumlarda kurunun yanında yaşta yanıyor misali 'tüm eğitim neferlerine karşı bir önyargı oluşuyor'. Ancak korkuyorum, çünkü başıma birşey gelebilir. Geçtiğimiz aylarda okulunu eleştirdiği için okuldan uzaklaştırılan insanlar haberlere çıktı ki 'facebookta şöyle dedi işinden oldu' gibisinden bir durum yaşamayı hiç istemem. Ben sadece olayı anlattım ve bizim gibi 'lise talebesi' kafasındaki gençlerin yaşadığı anektodu paylaştım.
Yorumunu siz yapın artık ben ancak bu kadar 'yardımcı' olabiliyorum.
Saygılar sevgiler.. Daha neş'eli yazılarda buluşmak dileğiyle...

2 Haziran 2012 Cumartesi

Platoniklerin Frekansı


Bir insanla aynı frekansta olmak nasıl büyük bir lütuftur bilir misin? Aynı şeyleri konuşabildiğin aynı müziği dinlediğin ve aynı masada oturabildiğin insanı baş tacı yapmalısın. Gerçekten çok garip insanların var olduğunu gördükçe daha bir yaşlanıyor insan. Bundandır ki kendime ihtiyar diyorum. Bazen öyle insanlarla aynı muhabbete ortak olmak zorunda kalıyorum ki, beni o kadar yoruyorlar ki yaşlanıyorum adeta. Tek ortak noktamızı aramaya koyuluyorum o sırada.. Tamam belki çok iyi anlaşıyor olabiliriz, ama aynı yemeği yememiz gerekli.
Bir kızı görüyorsun uzaklardan çok hoşuna gidiyor. Gün geçtikçe kendine alştırıyorsun onunla olma fikrini ve onu görünce heyecanlanıyorsun salak gibi. En büyük sorunudur platoniklerin ve en büyük lafıdır 'seni uzaktan sevmek ne güzel' gibi bir şey sanıyorsam.. Ne aptalca.. Takım tutar gibi sevgi mi beslenir be safım benim. Sadece birine bağlı durmak istiyorum yada en azında öyle gözükmek istiyorum demek yerine gözünde büyütüyorsun. Ah be platonik sen nelere kadirsin. Ne kraliçeler ne prensesler yaratırsın aklımızda ve biz sonunda kötü kraliçenin verdiği elmayı yemek zorunda kalırız.
Bir şekilde ulaşıp ben seni çok seviyorum deriz, belki mektup olur bu- ne güzel. Aldığımız cevap midemizi ekşitir ve uyutmaz gecelerce yada en iyi ihtimal olimpiyat yolumuz açılır. Şansımızı göstermek isteriz o tek atımlık buluşmada ve elimize yüzümüze bulaştırırız. O kadar başkası gibi davranmaya çalışırız ki yakınımızda bizi tanıyan birisi varsa ' ne içtin olm sen' esprilerine kurban gitmek işten bile olmaz.
Neden böyle davranırız ve neden bu kadar avaraj veririz karşımızdakine. Daha doğru dürüst tanımadan elimizden geleni yaparız, ilerideki karımızın haberi olsa canımıza okurdu kesin. 'Sesini duyan yok ama büyülenen çok' diye bir şarkıda geçen söz vardır çok severim, bana göre bu durumu özetler. Ve 'hüsrana komşu olmadan' önceki halimizi çok iyi anlatır. Daha sonrasında öyle iyi tanırız ki karşımızdakini. Belki küfür ederiz ama asla sevgimizi tam olarak söndüremeyiz. Öyle mangal ateşine benzemez bir şey bu. Hep içimizde bir tohum bırakırlar, kafamız güzel olduğu vakit acı bir gülümseme yaratır o tohumun etkisi.
Halbuki biz seninle aynı frekansta bile değildik, aynı yerlerde gezmeyi sevmiyorduk.. Sadece o anda seni sevmek geldi içimden ve sırf bu yüzdendir herşey. Zaman makinası icat olsaydı seni görmezlikte gelirdim büyük ihtimalle ama seni sevmek zorundaydım işte. Uykusuz geceler geçirip kötü notlar almak zorundaydım ve buna kader diyip kendimi rahatlatmam gerekiyordu. Biz ayrı dünyaların insanı değiliz belki ama ben başka bankta oturmak istedim sen başka deniz manzaralarına bakmak. Frekans farkı dediğimiz şey işte, gün geçtikçe açılıyor herkesle..
Herkese mutlu geceler, aynı şeyleri düşündüğüm ve paylaşabildiğim insanlara selam olsun...

1 Haziran 2012 Cuma

Asla Bilemeyeceksin


Bilemezsin asla neler döndüğünü aklımda
Çünkü bende kimsenin bilmesini istemiyorum
Kimseye bahsetmiyorum
Sadece benim için ol istiyorum kimseler bilmesin
Kimse sevmesin seni, benim sevgim yetsin istiyorum
Başkasına bakma, başkasını görmesin gözlerin
Korkuyorum beni terk edersin diye
Gözlerin başkasını görmesin istiyorum
Biliyorum beni terk edeceksin sonunda
Sahibini unutan doberman gibi sadakatsizsin
Şimdi kimleri kandırıyorsun kim bilir
Sen değerini bilemedin benim kadar
Sadece uçmak için benden destek aldın şimdi anlıyorum, ne yazık
Acı bir ders verip gittin
Dut yemiş bülbüller gibi kaldım ortalıkta
Bildiğim tek şey var o da senden nefret ettiğim
Nereden buralara kadar geldim ki ben
Kime bu sitemim bir bilsem
****
Kendimi bildim bileli acaip bir adamdım. Herkesle iyi geçindim her zaman kavgaların ortasında kaldım sadece iç geçirdim. Her zaman nasihat dinleyen, dert dinleyen taraftaydım ben. Evet dert anlattığımda oldu ama kimse gelipte sormadı derdin nedir diye, hep ben anlattım, zoraki dinlediler onlarda. İyi bir dinleyici olduğumu için belki hep iyi bir arkadaş oldum. Zaten arkadaşlığın altın kuralı dinlemektir, çoğu şeyde olduğu gibi. İyi bir dinleyici her zaman kazanır. Ama istediği şeyleri kazanabilir mi orasını bilemem. Çünkü ben kalpten istediğim şeyleri hiç bir zaman kazanamadım. Nedenini belki biliyorum da içime atıyorum, belki söylemek istemiyorum şu anda, belki cesaretim yok. Neden kazanamadım diye soruyorum ve cevabı 'hayat bu' yada 'doğanın kanunu böyle' gibi cevaplar alıyorum.
Artık dinlemiyorum kim ne konuşursa umrumda olmuyor, yine değişen bir şey olmadı. Demek ki sorun davranışta değilde bendeymiş... İşte bu gerçeği anladığımdan beri ne dinliyorum ne anlatıyorum..Sadece bu şarkıyı söylüyorum..
You will never know...I will never show, What I feel, What I need from you...
No no no no you never know...