26 Kasım 2012 Pazartesi

Aslında Yok Böyle Bir Yazı



Hafıza ve bilinç yakın arkadaşlardır. Sürekli iletişim halindedirler ve ser verip sır vermeyen tiplerdir bunlar. Bunlar ekip halinde bizlere tuzaklar kurarken bizim haberimiz bile olmaz. Bilinçli bir şekilde yaptıkları aslında bizim bilinçli olarak yapmadıklarımızdır. İşte bundandır bilinçaltı dediğimiz kavram oluşmuştur. Bildiğimiz şeyler ancak insanın bunu farkedebilmesi (yada kabullenebilmesi) biraz zaman alıyor.
Zor zamanlardan geçiyorum çok bildiğimi sandığım yalanları bırakmaya başlıyorum. İnsanın kendini kandırması gibi bir alışkanlık var. Bende çokça var.(di-li geçmiş zaman) Bir rüyadan uyanmak zorunda olduğum zamanlar işte bu zamanlar. Günlerdir itiraf gecelerindeyim, bir çözülme belki biraz iflasın ertesindeyim. Şimdi yaralarımı sarıp tekrar ayağa kalkma zamanındayım.
Ben ne zaman bu kadar hata yaptım.
Çok mu sarhoştum hatırlamıyorum.
Diyorum kötü birisiyim belki aptal. Yazmak inanın zor. Her harf için bir kırbaç vuruyorum bilinçaltıma. Çıksın gerçekler ve kendimle daha iyi kavga edebileyim. 
Herkes kendi içinde savaşlar vermiştir bazı gerçeklere alışmak yada bazı hayalleri kurmaya çalışır. Her gün bir gerçek ve binlerce hayal ile yaşıyoruz. 
Bu son olsun. Bilinçli yada farkında olmadan üzdüğüm herkesten özür dilerim.
Daha neşeli günlerde görüşmek üzere.
*Rüya görmek ne kadar güzel bir şey bir şey öyle. Uzun zamandır göremiyordum özlemişim. Gidip bir kaç kuple rüya daha göreyim ve mutlu uyanmanın tadını yaşayayım. Belki...


20 Kasım 2012 Salı

Sadece İhtiyar



Bir saniye kafamı toplamalıyım. Evet ellerim sucuk kokuyor. Sucuk soydum bu gece. Bizim sucukları bilmezsiniz zor soyulur ve soyarken kokusu ellerinize işler. Ama o öyle müthiş bir kokudur ki, bence parfümü olsa sıkılır yani. Adamı yerler yani.
Bu gece klavyenin başına oturmamın sebebi çok güzel çok bence çok gerçekçe. Herkes kendini anlatmak için açıyor blogunu, ben daha çok tespit yapmak biraz saçmalıklardan bahsetmek için açtım ama yine kendime döndüm sonuçta herkeş gibi.
Bak ayıptır söylemesi az önce bir çorba içtim, zaman makinasını göremedim ama kesinlike çorba bana orta çağdaymışım hissi verdi. Bir lezzetli, bir ağır, bir doyurucu, bir baharatlı.. Hey dostum bu sadece bir çorba. Neyse işte çok lezzetliydi. Yediğim içtiğim bişey olsun ben düşündüklerimi anlatayım.
Bugün garip bir gün olacağını biliyordum. Bugün mahvolmak için uyandım ben. Ben aslında çok kötü şeyler yapmış birisiyim, siz bilmezsiniz, benim yeni dostlarımsınız. Nazi kampında bir gardiyan değildim ama kendimi hep kötü hissettim aslında yaptıklarımdan dolayı.
Yazdım önceden pişmanlıklarımdan bir kaç kuple bir şey. Günah çıkarma isteğimi belirttim. Beni benden iyi anlatan bir kaç insan var şu dünyada. Bugün onlardan birisiyle görüştüm. Ve beni laflarıyla bir dövdü ki. Gerçeklerle yüzleşmek istemeyen ben. Sınav sonuçlarına bile bakmayan birisiym lan ben. Bu kadar beni tanıman bana ağır geliyor, çünkü ben kendimi çok gizemli çok bilinmezli bir denklem gibi sanıyordum. Aslında söylemişti bir dostum, sen zorlaştırıyorsun dünyayı, kendini. Aslında çok basitsin diye de eziklemişti, aslında gerçekleri yüzüme vurmuştu sadece.
Ya düşün sahnede uçuyorsun ve adam gelip ipi kesiyor seni mahvediyor oracıkta. İşte bunu hissettim bugün tekrar. Tam buruna darbe aldınız mı hiç ? İşte öyle bir his insan kendini şey gibi hissediyor. Neyse işte öyle hissediyor.
İnsanlar narindir pek incitmeye gelmez, hele ki ikizler burcu tam bir duygusal salağın tekidir. Bir de insanın özürlü noktaları yüzüne söylenince ayrı bir üzülür. Ben istemiyor muyum kendimi geliştirmeyi anasını satim, ama ne yapayım gelişmedi amınakodumun huyu. Neyse işte bende bir huy var parayı bulayım kimseyi tanımam ha söyleyeyim.
Kendimi kötü hissettiğim bir nokta da bugün bunu giydim gibi bir yazı oldu, bugün bu maskemi taktım ey dostlar falan. Ama kesin olduğum bir nokta var ki dostlar, ben kendimi yazarak ifade edebilirim en fazla. Kumar borcum yok ama yinede yazıyorum belki bir kaç dostum okur da beni daha iyi anlar kendimi daha iyi satarım falan.
Sanırım bir insana ne kadar değer verirsem o kadar konuşamıyorum, belki kalbini kırmak istemediğimden belki kendi özürümden dolayı. Ama öğrendiğim şey konuşamamak. Sanırım Eskişehirin sevdiğim yanı bu. Kimseye açıklama yapmamak, özgürlüğü damarlarında hissetmek. Rahatsın oğlum, niye böyle yaptın niye gelmedin, niye aramadın derdi yok. Sadece kendinsin, ben Eskişehirdeyim diyip kurtuluyorsun her şeyden. Bu da yapabildiğim bir diğer itiraf oldu sanırım bu blogda. Ben daha burada içimden geçenleri söyleyemezken insanların yüzüne nah söylerim yüz sene.
Ben ihtiyarım, sandalyesinde oturup manzarayı izleyen arada sırada hikayeler anlatan, içten davranan ama mesafeyi koruyan, seven ama belli etmeyen, kafasına yastığa koyunca uyuyamayan, saçı olmayan sakalına karışmış o düşünen adamım. Kesin bir hükmüm olmadı hiç bir kimse yada hiç bir yer için. Bu gün güzeldi der ve minnet duygularımla odama giderim, orada ne düşündüğümü kimse bilemez ve uykusuz geceler beni dinler sadece.
Esen kalın dostlar, ben size biraz tuzlu fıstık ve birayla birlikte birlikte belki biraz tavsiye verebilirim o kadar... Fazlasını beklemesin kimse...
Bu da yazımın soundtracki oldu.. Keyifle dinleyeniz..

14 Kasım 2012 Çarşamba

Yazılması Gereken Hikayeler Var


Anlatmak istediğim bir hikaye var. Çok ciddi ve zorlu bir iş olduğu için kalkışmaya korktuğumu düşündüğüm bir iş. Beni ben yapan, burada olmamı sağlayan insanın hayatını yazmak. Dedemlerin hikayesi. Zor iş çünkü detayları öğrenebilmek ve tam anlamıyla aktarabilmek..ah kafamı kurcalıyor. Yaşamadığın bir şeyi yazabilmek zor çünkü, başkasının gözünden bakabilmek zor çünkü. 
Eğer ki kendimde birazcık yazarlık görüyorsam bu hayat hikayesini yazarım diye düşünüyorum. Her yerde o kadar çok hikaye anlatıldı ki artık bu gün tak etti ve kendimi yazmak zorunda hissettim. Belki seneler sürer ama ben bunu yazmazsam kimse yazamaz biliyorum. En azından çocuklarıma gösterebilecek bir şey bırakmak istiyorum. Burada yazdığım saçmalıklar kimin umurunda.. Daha gerçekçi bir şeyler yazmak hep hayalimdi. Yıllardır önünde duran bu fırsatı tepmek aptallık olur. 
Senelerdir konuşuruz aramızda, bizim mahalle şöyle bizim mahalle böyle diye. Pek çok dostumuzu getirip anlatırız hikayeleri. Pek çokları yalandan bir gülümsemeyle onaylar bizi. Bazıları inanır hikayelerimize bazıları palavra der geçer. Tam filmi çekilecek olaylar var deriz öyle sohbet ederken. Ama birisi yazmadan olmaz. 
Neyse söylemek istediğim, ben bu hikayeleri bir araya getirip yazmazsam bana yazıklar olsun. Aha buraya yazıyorum ileride bakıp utanayım diye. Artık belimde kalemim var yazmaz isem alnımda kara lekem ve suratıma tükürecek bloggerlar...
Amacım hikayeyi buraya yazmak değil, bir taslak haline getirip adam akıllı bir şekilde basılmasını sağlamak. 
''Dortmund'da Ecevit'in kahvesinde 'dami pivo'.


4 Kasım 2012 Pazar

Blogum Dergisi Kasım Sayısı Yayında

Haziran ayında yayın hayatına başlayan online dergi Blogum'un Kasım sayısı yayınlandı. Her ay birbirinden farklı 'blogger'ın yazıları ile genişleyen ve gelişen bu sayıda benimde bir yazım yayınlandı.
Sizlerde bu dergiye konuk olabilirsiniz. Tek yapmanız gereken bu formu doldurmak. Tıklayınız.
Yazımı dergi yayınlandıktan sonra okuyup kontrol ettiğim için hatalarımı şimdi görebildim. Affola. Blogum dergisine teşekkür ediyor ve başarılarının devamını diliyorum.
Keyifli okumalar.
Şimdi kontrol ettim de bu samimiyetsiz ve veli toplantısına davet edermiş gibi cümlelerden sonra bir kaç kelime daha söylemek istiyorum. Bloglarda dolaşırken keşfettiğim bu e-dergi beni heyecanlandırdı. Hemen başvurum kabul edildi ve yayınlandığı için mutlu olsam da 'içindekiler' kısmında yer almamış olmak sanki konsept dışına atılmışız izlenimi verdi. Çoğul konuşmamın nedeni yazısını yollaması için ısrar ettiğim dostum Ozan Öztelli. Umarım editörler ilerleyen sayılarda daha dikkatli davranırlar. İlerleyen sayılarda tekrar konuk olmak dileğiyle.

 
 

2 Kasım 2012 Cuma

Batıyoruz Kaptan


Özgür davranabilmek daha rahat olabilmek için kaçtığın yerler vardır. Ben daha rahat olabilmek için şehir dışında okumayı seçtim yada bu blogu açtım mesela. Kendimi tüm içtenliğimle tarif edebilmek, düşüncelerime ve duygularıma her hangi bir kısıtlama getirmeden yaşayabilmek ve yazabilmek için bu hayatı seçtim. Hayallerim çok farklıydı, daha mutluydum belki. Planlar için daha çok zaman harcadığım zamanlardı. Zamanın dönüp sizi bambaşka birisi olarak çıkardığı tünellere girdiğini düşün. Fantastik değil ama değişimi iliklerine kadar hissedip biraz düşününce üzülüyorsun ama daha çok umursamıyorsun. Giderek duyarsızlaşmanın verdiği yalancı mutluluk ile soğuk odalarda soğuk yazılar yazıyorsun. Daha açık olmak isterdim ama hiç bir zaman içimdekini net olarak aktaramadım ki. Dönüp dolaştırmayı seven bir yapım var ki, gideceğim bir yere bile dolana dolana giderim.
Şu anda şarkı değişti ve yazmak istediğimden şimdilik uzaklaştım.. Aklınızda bir fikir vardır ve o anki atmosfer kaybolduğunda o fikir toz olur. Benim sıkça karşılaştığım bir durum bu ve bu yüzden eğer bir şeyler karalıyorsam tek bir şarkı dinlerim ve arkada en az 30 defa çalar. Çünkü o atmosferi o yakalar. Bukowski değilim ki bir bira açıp daktilonun başında yazının akıp gitmesini sağlayayım. Bira atmosferin bir parçası olabilir belki.. Neyse.
Ben buraya neden çıktım, nasıl çıktım. Biraz özgürlük yaşamak için geldiğin bu dünyanın senin için pek uygun olmadığını anlamakta varmış. Bu itirafı sonunda yapabildim. Mutsuzluklar kapıya dayanınca mecburen dökülüyorsun.
Bir an için bir hayal kurmayı deneyelim. Bir başarıyı düşünüyorsunuz, onun için çalışıyorsunuz. Hayatınız boyunca yanınızda bulunmasını istediğiniz kişi ile birlikte kuruyorsunuz bunu. O an için o kişi sizin için çok önemli. Zaman size sağlam bir tokat atmadan gerçekleri göremiyorsunuz ve bu zamanlarda yaşıyorsunuz. Hayalinizdeki başarıyı hayalinizdeki insanla birlikte başarıyorsunuz diyelim. Peki sonra ne olması gerekir? Başarınızın keyfini çıkarıp gökten düşen elmayı  yemek değil mi? Ama öyle olmuyor. Kendi çukurunu kazıyorsun ve 'çok orospu çocuğusun hayat' diye söyleniyorsun. Ulan mutluluğu avucunun içinden kaçırıyorsun işte. Yıllar geçiyor ve sonra bakıyorsun başarı dediğin sikik bir plan.
Zaman geçiyor ve plansızlığın keyfini sürüyorsun. Alkol seni seviyor sen başka hayallere dalıyorsun ama sonunda yine bir şarap açmak zorunda kalıyorsun. Bir peynire bakıyorsun bir duvarlara. Bu benim istediğim hayat mıydı moruk diye soruyorsun. Ve en kötüsü gecenin sonunda kısık bir sesle söylenmek oluyor. Çığlık atmak için geç ve yorgunsun. Bir kaç kelime daha konuşup kendini daha üzgün bir adam olarak yatağa atıyorsun. Mutsuzluk içinde yüzen birisi değilim ama öyle olmak zorundaymışım gibi geliyor. Hayalimde kurduğum kale daha ilk günlerden başladı yıkılmaya. Şimdi yolun sonuna geldim. Etrafımda yardım isteyebileceğim kimse yok her zamanki gibi. Bu kadar çıkmaza düşmemiştim. Gemiyi terk etme vakti yaklaşıyor sayın konuklar. Belki yeni bir gemi yeni bir hayal gerekli benim için ama şu anda odysseus gibi bir çıkmazdayım. Ya deniz canavarı yada fırtınalarla dolu gemileri yutan bir girdap.
Bilmiyorum moruk. İstediklerini anlatabilmek güzel ama anlaşıldığın bir dünya daha güzel olurdu heralde. Mutlu olmak için her yolu denediğimiz doğru fakat belki açmaya korktuğumuz kapılar vardır. Bir yerde yanlış yaptığımız kesin. Elimizi çabuk tutsak iyi olur.
Kasımda aşk başkadırcılara gelsin...